Dünya, İsrail'in varlığını artık sorguluyor. Uzun süredir canlı yayınlarda şahit olduğumuz vahşet, yeni ve adil bir dünya arayışında dünya vicdanını harekete geçirdiğini gösteriyor. "İsrail, Ku Klux Klan'ın değerlerini yansıtıyor ve ben bu değerleri paylaşmıyorum. Aslında, Gazze'deki olaylar kitlesel bir linçtir," diyen ABD'nin eski Büyükelçisi Chas Freeman, röportajının sonunda şu soruları yöneltiyor: "Dünyanın büyük bir kısmı şimdi şunu soruyor: İsrail var olmayı hak ediyor mu? İnsanlık dışı davranışlarda bulunan ve uluslararası hukuku hiçe sayan bir ülkeyle gerçekten normal ilişkiler sürdürülebilir mi?"

Nazizmden kaçan bir mülteci ve Polonya doğumlu Yahudi olan ünlü filozof Zygmunt Bauman, 1970'lerde üç yılını İsrail'de geçirdikten sonra, İsrail ve destekçilerinin Holokost'u "özelleştirmesi" karşısında derin bir umutsuzluğa ve üzüntüye kapılmıştı.

1977'de, intiharından bir yıl önce, Avusturyalı Yahudi yazar Jean Améry, İsrail hapishanelerinde Arap tutsaklara yönelik yapılan sistematik işkenceler hakkında basında çıkan raporlarla karşılaştı. Nazi ölüm kamplarından sağ kurtulan birçok kişi gibi Améry de, 1960'larda İsrail'e bir "varoluşsal bağ" hissetmeye başlamıştı. Ancak İsrail hapishanelerinde işkence raporları, Améry'nin Yahudi devleti ile olan dayanışmasının sınırlarını yeniden değerlendirmesine neden oldu. Son yazılarından birinde, "İnsan kalmak isteyen tüm Yahudileri, sistematik işkenceye radikal bir şekilde karşı çıkmaya çağırıyorum. Barbarlık başladığında, varoluşsal taahhütlerin bile sona ermesi gerektiğini" belirtti.

Eğer Yahudi yazar Améry, İsrail'in bugün Gazze'de yaptıklarını görebilseydi ne derdi? Holokost sırasında ailesinin büyük bir kısmını kaybeden ünlü düşünür, doktor ve yazar Gabor Mate, İsrail'in Gazze Şeridi'nde yürüttüğü korkunç askeri saldırıları "Soykırımın ta kendisi" olarak nitelendirdi. N+1 dergisinde yayımlanan bir bildiride, yaklaşık 100 Yahudi sanatçı, yazar ve bilim insanı, "İsrail'e yönelik her türlü eleştirinin antisemitizm olarak değerlendirilmesini reddettiklerini" belirterek, Almanya'yı özgürlükleri kısıtlamaktan vazgeçmeye çağırdı.

İsrail'in katliamının ilk haftalarında, 1500'den fazla İsrail vatandaşı Uluslararası Ceza Mahkemesi'ne Gazze'de soykırım ve savaş suçu işlendiği gerekçesiyle acil harekete geçilmesi çağrısında bulundu. İsrail'in eylemleri, ünlü Fransız yazar Jean-Paul Sartre'ın "Bugünün ezileni yarının ezeni olacak" sözünü tekrar gündeme getirdi. Sartre, belki de La Fontaine masalarındaki "Kurt ile Kuzunun Hikayesi"ni akılda tutmuştu, çünkü bu masaldaki öğreti şuydu: "Eğer biri güçlüyse, istediğini yapar; zayıf olanın hakkından gelir. Haksız olsa bile, sonunda haklı gibi görünebilir."

İsrail'in bugünkü eylemleri, kurt ile kuzunun hikayesinden çok da farklı değil. Uluslararası hukuk, güçlü olanın lehine işlemiyor mu? Jeopolitik gerçeklikler ve modern değerler, genellikle güçlü olanın yanında durmuyor mu? İsrail'in zulmünü durdurma konusunda, başta Müslüman ülkeler olmak üzere, dünyanın diğer vicdan sahibi ülkelerinin önündeki engel de bu "güçlü hukuk" anlayışı değil mi? Büyük acılar yaşamış olan ünlü Yahudi filozof Martin Buber, 1960'larda Kudüs'ten İsrail'e bir uyarıda bulunmuştu: "Diğer halklarla gerçek bir hakikat arayışı içinde barışçıl ilişkiler kurmayan bir toplum, gerçek anlamda bir toplum olamaz. Komşuluk ilişkilerini yönetemeyen, hakikati bulamaz."

Hâsıl-ı kelâm, ABD, İngiltere, Almanya ve Fransa'nın desteği ile büyük bir soykırıma imza atan İsrail'in vahşet eylemleri, bu güçler tarafından savunuluyor. Bu durum, iflas etmiş ve tükenmiş bir dünyanın geleceğine dair bir işaret olarak kabul ediliyor. İsrail'in tüm yanıltıcı propagandalarına rağmen, dünya vicdanının çoğunluğu, yani milyarlarca insan, dünyanın dört bir yanında sokaklarda ve dijital medyada öfke ve kinlerini ifade ediyor.

Dünya halkları, bozulmuş eski düzene karşı çıkıyor, barbar İsrail’in varlığını sorguluyor ve yeni bir dünya düzeninin temellerini atıyor. Bu yeni düzen, adalet ve insanca yaşama dayalı bir dünya vaadi ile ilerliyor…