Türkiye siyasetinde dengeler anlık değişiyor ama bazı adımların yankısı sadece anlık değil, uzun soluklu oluyor. Ekrem İmamoğlu’na yönelik gözaltı süreci ve çevresindeki isimlere uzanan operasyonlar, sıradan bir yolsuzluk soruşturması gibi görünmüyor. Bu operasyonların “zamanlaması” da, “yoğunluğu” da, “hedef çeşitliliği” de siyasi bir planı işaret ediyor.
Bugün İstanbul’un yedi farklı ilçesinde, farklı dönemlerde görev yapmış ya da hala görevde olan belediye başkanları hakkında yürütülen soruşturmalar, kamuoyunun gözünde tek bir isimde birleşiyor: Ekrem İmamoğlu. İçeriğinde yolsuzluk, rüşvet, ihaleye fesat gibi klasik iddiaların yanı sıra terörle iltisak gibi ağır suçlamalar da var. Ancak aynı iddiaların benzerleri, hatta çok daha vahimleri, iktidara yakın belediyelerde yıllardır dillendiriliyor ve bir adım bile atılmıyor. Bu çifte standart, soruşturmaların asıl hedefini daha da belirginleştiriyor. Peki, bu süreç AK Parti’nin siyasi hedeflerine hizmet ediyor mu?
Kağıt üstünde evet. Zira karşılarında bir “rakip” varsa, onu zayıflatmak, itibarsızlaştırmak, hatta mümkünse siyaseten saf dışı bırakmak, klasik bir strateji. Fakat asıl soru şu: Bu strateji işe yarıyor mu?
İmamoğlu hakkında açılan yedi ayrı soruşturma, sosyal medyada kısıtlamalar, internete bant daraltmalar ve yargının hızla devreye girmesi, halk nezdinde adaletten çok siyaseti çağrıştırıyor. Üniversite öğrencilerinin ilk kez bir siyasetçi için sokağa dökülmesi, bunun en çarpıcı göstergesi. Kamuoyunda oluşan genel algı şu: “İmamoğlu’nu susturmaya çalışıyorlar çünkü korkuyorlar.”
Ve burada işin ilginç tarafı devreye giriyor.
Eğer Ekrem İmamoğlu devre dışı kalırsa, AK Parti gerçekten rahatlıyor mu?
Bu sorunun yanıtı, bazı anketlerde ve kamuoyundaki eğilimlerde saklı. Zira İmamoğlu yerine Mansur Yavaş’ın öne çıkması, iktidarın işini kolaylaştırmak bir yana, daha da zorlaştırabilir. Sağdan oy alabilme kapasitesi, “devlet adamı” imajı, milliyetçi-muhafazakâr tabanda yarattığı sempatiyle Mansur Yavaş, AK Parti açısından çok daha çetin bir rakip. Yani İmamoğlu’nun kenara çekilmesi, “oh” dedirtecek bir gelişme değil. Aksine, iktidarın karşısına daha sessiz ama daha geniş bir seçmen kitlesine hitap eden bir figürün çıkmasına zemin hazırlıyor.
Dolayısıyla “İmamoğlu operasyonu AK Parti’ye yarıyor mu?” sorusunun cevabı net değil. Hatta görünen o ki, bu operasyonlar kısa vadede AK Parti’ye bir avantaj sağlasa da, orta ve uzun vadede ters tepebilir.
Bir de zaman faktörünü unutmayalım.
Türkiye gibi gündemin her üç günde bir sıfırlandığı bir ülkede, bugünün en hararetli tartışmaları, yarının manşetinde bile yer almaz. Seçimlere üç yıl var. Bu, siyasi hafızamız için çok uzun bir süre. Hele de makam, kaynak ve medya erişimi ortadan kalktıktan sonra bir siyasetçiyi gündemde tutmak hayli zor. Bu açıdan bakıldığında, iktidarın hedefi sadece bugünü kazanmak değil, üç yıl sonrası için de hamle yapmak olabilir.
Ama yine de...
Bütün bunlar, bu kadar ağır bir siyasi kuşatmanın rasyonel gerekçelerini açıklamaya yetmiyor.
Adalet Bakanı’nın bu süreçte nerede durduğu, HSK’nın devreye nasıl girdiği, operasyonların zamanlamasının kim tarafından belirlendiği gibi sorulara hâlâ tatmin edici cevaplar yok. Hatta bazı iktidar çevrelerinden bile yükselen “Bu kadarına ne gerek vardı?” sesleri, yürütülen stratejinin riskli yanlarını gözler önüne seriyor.
Eğer bu bir satranç oyunuysa, yapılan hamlelerin kazanmak için değil, rakibi oyundan atmak için yapıldığı çok açık. Fakat unutulmaması gereken bir şey var: Rakibi masadan kaldırmak, onun kazandığı oyunun izlerini silmez. Ve Türkiye’de halk, özellikle adaletsizlik algısı büyüdüğünde, masayı devirmekten çekinmez.
Yorum Ekle
Yorumlar
Sizlere daha iyi hizmet sunabilmek adına sitemizde çerez konumlandırmaktayız. Kişisel verileriniz, KVKK ve GDPR
kapsamında toplanıp işlenir. Sitemizi kullanarak, çerezleri kullanmamızı kabul etmiş olacaksınız.
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.
Soner ZORLUOĞLU
İmamoğlu Operasyonu Kime Yarıyor?
Türkiye siyasetinde dengeler anlık değişiyor ama bazı adımların yankısı sadece anlık değil, uzun soluklu oluyor. Ekrem İmamoğlu’na yönelik gözaltı süreci ve çevresindeki isimlere uzanan operasyonlar, sıradan bir yolsuzluk soruşturması gibi görünmüyor. Bu operasyonların “zamanlaması” da, “yoğunluğu” da, “hedef çeşitliliği” de siyasi bir planı işaret ediyor.
Bugün İstanbul’un yedi farklı ilçesinde, farklı dönemlerde görev yapmış ya da hala görevde olan belediye başkanları hakkında yürütülen soruşturmalar, kamuoyunun gözünde tek bir isimde birleşiyor: Ekrem İmamoğlu. İçeriğinde yolsuzluk, rüşvet, ihaleye fesat gibi klasik iddiaların yanı sıra terörle iltisak gibi ağır suçlamalar da var. Ancak aynı iddiaların benzerleri, hatta çok daha vahimleri, iktidara yakın belediyelerde yıllardır dillendiriliyor ve bir adım bile atılmıyor. Bu çifte standart, soruşturmaların asıl hedefini daha da belirginleştiriyor.
Peki, bu süreç AK Parti’nin siyasi hedeflerine hizmet ediyor mu?
Kağıt üstünde evet. Zira karşılarında bir “rakip” varsa, onu zayıflatmak, itibarsızlaştırmak, hatta mümkünse siyaseten saf dışı bırakmak, klasik bir strateji. Fakat asıl soru şu: Bu strateji işe yarıyor mu?
İmamoğlu hakkında açılan yedi ayrı soruşturma, sosyal medyada kısıtlamalar, internete bant daraltmalar ve yargının hızla devreye girmesi, halk nezdinde adaletten çok siyaseti çağrıştırıyor. Üniversite öğrencilerinin ilk kez bir siyasetçi için sokağa dökülmesi, bunun en çarpıcı göstergesi. Kamuoyunda oluşan genel algı şu: “İmamoğlu’nu susturmaya çalışıyorlar çünkü korkuyorlar.”
Ve burada işin ilginç tarafı devreye giriyor.
Eğer Ekrem İmamoğlu devre dışı kalırsa, AK Parti gerçekten rahatlıyor mu?
Bu sorunun yanıtı, bazı anketlerde ve kamuoyundaki eğilimlerde saklı. Zira İmamoğlu yerine Mansur Yavaş’ın öne çıkması, iktidarın işini kolaylaştırmak bir yana, daha da zorlaştırabilir. Sağdan oy alabilme kapasitesi, “devlet adamı” imajı, milliyetçi-muhafazakâr tabanda yarattığı sempatiyle Mansur Yavaş, AK Parti açısından çok daha çetin bir rakip. Yani İmamoğlu’nun kenara çekilmesi, “oh” dedirtecek bir gelişme değil. Aksine, iktidarın karşısına daha sessiz ama daha geniş bir seçmen kitlesine hitap eden bir figürün çıkmasına zemin hazırlıyor.
Dolayısıyla “İmamoğlu operasyonu AK Parti’ye yarıyor mu?” sorusunun cevabı net değil. Hatta görünen o ki, bu operasyonlar kısa vadede AK Parti’ye bir avantaj sağlasa da, orta ve uzun vadede ters tepebilir.
Bir de zaman faktörünü unutmayalım.
Türkiye gibi gündemin her üç günde bir sıfırlandığı bir ülkede, bugünün en hararetli tartışmaları, yarının manşetinde bile yer almaz. Seçimlere üç yıl var. Bu, siyasi hafızamız için çok uzun bir süre. Hele de makam, kaynak ve medya erişimi ortadan kalktıktan sonra bir siyasetçiyi gündemde tutmak hayli zor. Bu açıdan bakıldığında, iktidarın hedefi sadece bugünü kazanmak değil, üç yıl sonrası için de hamle yapmak olabilir.
Ama yine de...
Bütün bunlar, bu kadar ağır bir siyasi kuşatmanın rasyonel gerekçelerini açıklamaya yetmiyor.
Adalet Bakanı’nın bu süreçte nerede durduğu, HSK’nın devreye nasıl girdiği, operasyonların zamanlamasının kim tarafından belirlendiği gibi sorulara hâlâ tatmin edici cevaplar yok. Hatta bazı iktidar çevrelerinden bile yükselen “Bu kadarına ne gerek vardı?” sesleri, yürütülen stratejinin riskli yanlarını gözler önüne seriyor.
Eğer bu bir satranç oyunuysa, yapılan hamlelerin kazanmak için değil, rakibi oyundan atmak için yapıldığı çok açık. Fakat unutulmaması gereken bir şey var: Rakibi masadan kaldırmak, onun kazandığı oyunun izlerini silmez. Ve Türkiye’de halk, özellikle adaletsizlik algısı büyüdüğünde, masayı devirmekten çekinmez.