Takvimler 30 Ağustos’u gösterdiğinde, Türkiye’nin kalbi bir an durur sanki… Çünkü bu tarih yalnızca bir zaferin değil, bir milletin yeniden doğuşunun, küllerinden yükselen bir ulusun sessiz ama gururlu çığlığıdır.
O gün, Dumlupınar’da yalnızca bir savaş kazanılmadı. Anadolu’nun dört bir yanında umudu tükenmiş bir halk, kaderini kendi elleriyle yeniden yazdı. İşte bu yüzden 30 Ağustos, bir tarih olmaktan çok, bir milletin varlık senedidir.
Küllerinden Doğan Millet
1919’da yola çıkan bir avuç inanmış insanın karşısında, yüzyılların imparatorlukları, dönemin süper güçleri vardı. Ama onların yanında olmayan bir şey vardı: İnanç.
Mustafa Kemal Atatürk ve silah arkadaşlarının taşıdığı tek silah, işte o inançtı. O inanç, karanlık gecelerde umut gibi parladı; açlık, yoksulluk, imkânsızlık içinde bile tükenmedi.
30 Ağustos, bu inancın zaferidir. Anadolu’nun tozlu köylerinden, dağ köylerinden gelen isimsiz kahramanların, yalnızca vatan diyerek cepheye koşan kadınların, çocuk yaşta şehit düşen Mehmetçiklerin zaferidir.
Bir Ulusun Kalbi
Bugün modern şehirlerimizde, asfalt yollarımızda, üniversitelerimizde, fabrikalarımızda, özgürce dalgalanan bayrağımızda gördüğümüz her şeyin ardında, 30 Ağustos’un sessiz kahramanlarının alın teri ve kanı vardır.
O yüzden bu bayram, yalnızca askeri bir zafer değil, bir ulusun haysiyetinin, bağımsızlık iradesinin sembolüdür.
Atatürk’ün Mirası
Mustafa Kemal Atatürk, 30 Ağustos zaferinden sonra “Milletin istiklâlini yine milletin azim ve kararı kurtaracaktır” demişti.
Bugün bize düşen, o azim ve kararı her alanda yaşatmaktır: Bilimde, sanatta, ekonomide, teknolojide… Çünkü zafer yalnızca geçmişte değil, geleceğe bırakılan bir emanettir.
30 Ağustos’u anlamak, yalnızca bir törenle, bir resmigeçitle olmaz. 30 Ağustos’u anlamak, bu topraklarda bağımsız yaşamanın bedelini bilmek, özgürlüğün ne kadar kıymetli olduğunu unutmamaktır.
Bugün, o sessiz çığlığı duyan herkesin kalbinde aynı cümle yankılanır:
“Ne mutlu Türk’üm diyene!”
Yorum Ekle
Yorumlar (0)
Sizlere daha iyi hizmet sunabilmek adına sitemizde çerez konumlandırmaktayız. Kişisel verileriniz, KVKK ve GDPR
kapsamında toplanıp işlenir. Sitemizi kullanarak, çerezleri kullanmamızı kabul etmiş olacaksınız.
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.
Soner ZORLUOĞLU
30 Ağustos: Zaferin Sessiz Çığlığı
Takvimler 30 Ağustos’u gösterdiğinde, Türkiye’nin kalbi bir an durur sanki… Çünkü bu tarih yalnızca bir zaferin değil, bir milletin yeniden doğuşunun, küllerinden yükselen bir ulusun sessiz ama gururlu çığlığıdır.
O gün, Dumlupınar’da yalnızca bir savaş kazanılmadı. Anadolu’nun dört bir yanında umudu tükenmiş bir halk, kaderini kendi elleriyle yeniden yazdı. İşte bu yüzden 30 Ağustos, bir tarih olmaktan çok, bir milletin varlık senedidir.
Küllerinden Doğan Millet
1919’da yola çıkan bir avuç inanmış insanın karşısında, yüzyılların imparatorlukları, dönemin süper güçleri vardı. Ama onların yanında olmayan bir şey vardı: İnanç.
Mustafa Kemal Atatürk ve silah arkadaşlarının taşıdığı tek silah, işte o inançtı. O inanç, karanlık gecelerde umut gibi parladı; açlık, yoksulluk, imkânsızlık içinde bile tükenmedi.
30 Ağustos, bu inancın zaferidir. Anadolu’nun tozlu köylerinden, dağ köylerinden gelen isimsiz kahramanların, yalnızca vatan diyerek cepheye koşan kadınların, çocuk yaşta şehit düşen Mehmetçiklerin zaferidir.
Bir Ulusun Kalbi
Bugün modern şehirlerimizde, asfalt yollarımızda, üniversitelerimizde, fabrikalarımızda, özgürce dalgalanan bayrağımızda gördüğümüz her şeyin ardında, 30 Ağustos’un sessiz kahramanlarının alın teri ve kanı vardır.
O yüzden bu bayram, yalnızca askeri bir zafer değil, bir ulusun haysiyetinin, bağımsızlık iradesinin sembolüdür.
Atatürk’ün Mirası
Mustafa Kemal Atatürk, 30 Ağustos zaferinden sonra “Milletin istiklâlini yine milletin azim ve kararı kurtaracaktır” demişti.
Bugün bize düşen, o azim ve kararı her alanda yaşatmaktır: Bilimde, sanatta, ekonomide, teknolojide… Çünkü zafer yalnızca geçmişte değil, geleceğe bırakılan bir emanettir.
30 Ağustos’u anlamak, yalnızca bir törenle, bir resmigeçitle olmaz. 30 Ağustos’u anlamak, bu topraklarda bağımsız yaşamanın bedelini bilmek, özgürlüğün ne kadar kıymetli olduğunu unutmamaktır.
Bugün, o sessiz çığlığı duyan herkesin kalbinde aynı cümle yankılanır:
“Ne mutlu Türk’üm diyene!”