1900’lü yıllara gelindiğinde hem Osmanlı Devleti içerisinde hem de yurt dışında yarı açık yarı gizli en çok dile getirilen terimlerin başında Jön (Genç) Türkler geliyordu. Devir Avrupa’da Jönlüğün revaçta olduğu bir devirdi. Jeunes Turcs yanında Jeune France, Jeune İtalie, Jeune Allemagne (Alman), Jeune Angleteure (İngiliz) kavramları birbiriyle yarışıyordu. Ancak tarihe damga vurması açısından en tesirlisi Jön Türklerdi.
Sultan Abdülaziz döneminden itibaren Osmanlı yönetimine muhalif olmaları sebebiyle Avrupa’ya gidenlerin başta İttihat Terakki olmak üzere siyasi grup ve partilerin henüz kurulmadığı dönemdeki genel isimleri Jon Türktü. Jön Türklerin en belirgin özelliği neyi istemediklerini bilmeleri ancak neyi istedikleri konusunda açık ve müşterek bir fikirlerinin olmamasıydı. Bu fluluk hürriyet, kardeşlik vs gibi mücerret kavramlara sığınmak suretiyle aşılmak isteniyordu.
Muhalif olup Avrupa’ya gidenler arasında Saray mensupları da vardı. Bunların en önemlilerinden birisi Damat Mahmut Celalettin Paşa’ydı. Damat Mahmut Celalettin Paşa, Adliye nazırlığı da yapmış, Sultan Abdülmecid’in kızı, Sultan Abdülhamit’in üvey kız kardeşi Seniha Sultan’ın eşiydi. Bir döneme damga vuran Prens Sabahattin’in de babasıydı. Uzun yıllar Sultan Abdülhamit’e devletin varlığının devamı için sistemin değişmesi gerektiği yolunda yazılı ve sözlü telkinlerde bulunduktan sonra 1899 yılında umudunu kesip oğulları Sabahattin ve Lütfullah’ı da alarak Fransa’ya gitmiş ve muhalifler arasında önemli bir mevki elde etmişti. Abdülhamid’in yaptığı akıllıca teşebbüslerle dağılmaya yüz tutan muhaliflerin tekrar silkinerek bir araya gelmelerine ve aktifleşmelerine öncülük eden Damat Mahmut Paşa, Sultan Abdülhamid’in tüm teşebbüs ve vaadlerine yüz çevirerek muhalif tavrını sürdürmüş, ülkeye dönmemiştir.
Sultan Abdülhamit’e karşı birçok teşebbüsün başında veya içinde olan Damat Mahmut Paşa’nın en önemli işlerinden birisi 1902 yılında tüm engelleme çabalarına rağmen Paris’te 1. Jön Türk Kongresi’ni toplamasıdır. Bunun ardından faaliyetlerine daha da hız vermek isteyen Damat Mahmut Paşa daha 50 yaşındayken 1903 yılında vefat etmiştir. Kendisinden sonra çocukları Sabahattin ve Lütfullah da Sultan Abdülhamit’in ülkeye dönme çağrılarına olumsuz cevaplar vererek Abdülhamit karşıtı faaliyetlerini sürdürmüşlerdir. Lütfullah fazla ön plana çıkamazken Prens Sabahattin adıyla ünlenen abisi savunduğu fikirlerle Türkiye’de liberalizmin öncüsü sayılmıştır.
Babasının vefatının ardından ülkenin kurtuluşu için çare arayışları içerisindeki Prens Sabahattin kendi inisiyatifi ile Paris’te bir konferans düzenlemiştir. Toplantının gayesi Jön Türkleri yeni bir teşkilat çatısı altında toplamaktı. Toplantıya Ahmed Rıza, Sami Paşazade Sezai, Doktor Nihad Reşad, Doktor Bahaeddin Şakir, Doktor Nazım, Doktor Sabri, Fazlı, Ali Haydar Mithat, Hüseyin Tosun ve Milaslı Murad Bey gibi önemli şahsiyetler katılmıştı. Heyet, program hazırlama işini Prens Sabahattin’e tevdi etmişti. Prens Sabahattin buna dayanarak bir müddettir üzerinde çalıştığı ‘Teşebbüs-ü şahsî ve âdem-i merkeziyet’ esasına dayalı fikirlerini havi bir rapor hazırlamış ve böylece Jön Türkler arasındaki kamplaşmanın temellerini atmıştır. Prens Sabahattin’in raporu üzerinde koparılan fırtına bize geçmişten günümüze siyasete damga vuranların entelektüel seviyelerini ve hadiselere vukûfiyetlerini göstermesi açısından ilginçtir.
Yapılan görüşmelerde en çok itiraz âdem-i merkeziyet kavramına olmuştur. Başını daha sonra İttihat ve Terakki Cemiyeti’ni oluşturacak katılımcıların çektiği kişilerce, âdem-i merkeziyetin Fransızcası olan decentralisation kelimesi ‘merkez yok’ şeklinde tercüme edilerek ‘merkez yoksa devlet de memleket de yoktur’ denmiş, program taslağının diğer taraflarına bakılmadan tüm kapılar kapatılmıştır. Prens Sabahattin aynı kavramın yürürlüğe sokmak istedikleri ve Abdülhamit tarafından rafa kaldırılan Kanun-i Esasi’de de bulunduğunu söyleyip haziruna göstermiş, fakat bu da itirazları gidermeye yetmemiştir. Aslında konuyu derinlemesine düşünmemiş olsalar da itirazcılar âdem-i merkeziyetin devleti dağıtacağına inanmaktaydılar ve motivasyon kaynakları oydu.
Söz konusu münakaşalar Prens Sabahattin’in geleceğin İttihatçıları ile yollarının ayrılmasına sebebiyet verdi. Jön Türklerden ancak bir kısmı onunla birlikte hareket etti. Kısa bir zaman sonra Teşebbüsü Şahsi ve Âdemi Merkeziyet Cemiyeti'ni kuran Prens Sabahattin Abdülhamit’e karşı mücadelesinde bir başarı elde edemediği gibi daha sonra İttihatçılar’la girdiği mücadelelerden de bir sonuç elde edemedi. İttihatçılara karşı kurduğu Osmanlı Ahrar Fırkası sönük kaldı. Milli Mücadeleyi desteklemesine rağmen 1924’te hanedan mensubu olduğu için ülkeden çıkarıldı. Sürgünde iken bilinen bir siyasi faaliyeti olmadı. (ö. 1948)
İsmi siyaset tarihinde çok anılmasına rağmen Prens Sabahattin’in şahsiyeti, fikirleri, idealleri hususunda çok az çalışma yapılmıştır. Türkiye’de liberal sağın ilk silahşoru olarak bilinmesine rağmen merkez sağdaki siyasetçiler de kendisini derinlemesine tanıma ihtiyacı hissetmezler. Liberal görünümlü parti ve grupların Türkiye’yi yıllarca yönetmelerine rağmen müspet manada bir başarı elde edememelerinin hatta sürekli zarar vermelerinin sebeplerinden birisi belki de bu köklerine karşı lakaytsız tutumdur.
Yorum Ekle
Yorumlar
Sizlere daha iyi hizmet sunabilmek adına sitemizde çerez konumlandırmaktayız. Kişisel verileriniz, KVKK ve GDPR
kapsamında toplanıp işlenir. Sitemizi kullanarak, çerezleri kullanmamızı kabul etmiş olacaksınız.
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.
Şefik KANTAR
Prens Sabahattin diye biri
1900’lü yıllara gelindiğinde hem Osmanlı Devleti içerisinde hem de yurt dışında yarı açık yarı gizli en çok dile getirilen terimlerin başında Jön (Genç) Türkler geliyordu. Devir Avrupa’da Jönlüğün revaçta olduğu bir devirdi. Jeunes Turcs yanında Jeune France, Jeune İtalie, Jeune Allemagne (Alman), Jeune Angleteure (İngiliz) kavramları birbiriyle yarışıyordu. Ancak tarihe damga vurması açısından en tesirlisi Jön Türklerdi.
Sultan Abdülaziz döneminden itibaren Osmanlı yönetimine muhalif olmaları sebebiyle Avrupa’ya gidenlerin başta İttihat Terakki olmak üzere siyasi grup ve partilerin henüz kurulmadığı dönemdeki genel isimleri Jon Türktü. Jön Türklerin en belirgin özelliği neyi istemediklerini bilmeleri ancak neyi istedikleri konusunda açık ve müşterek bir fikirlerinin olmamasıydı. Bu fluluk hürriyet, kardeşlik vs gibi mücerret kavramlara sığınmak suretiyle aşılmak isteniyordu.
Muhalif olup Avrupa’ya gidenler arasında Saray mensupları da vardı. Bunların en önemlilerinden birisi Damat Mahmut Celalettin Paşa’ydı. Damat Mahmut Celalettin Paşa, Adliye nazırlığı da yapmış, Sultan Abdülmecid’in kızı, Sultan Abdülhamit’in üvey kız kardeşi Seniha Sultan’ın eşiydi. Bir döneme damga vuran Prens Sabahattin’in de babasıydı. Uzun yıllar Sultan Abdülhamit’e devletin varlığının devamı için sistemin değişmesi gerektiği yolunda yazılı ve sözlü telkinlerde bulunduktan sonra 1899 yılında umudunu kesip oğulları Sabahattin ve Lütfullah’ı da alarak Fransa’ya gitmiş ve muhalifler arasında önemli bir mevki elde etmişti. Abdülhamid’in yaptığı akıllıca teşebbüslerle dağılmaya yüz tutan muhaliflerin tekrar silkinerek bir araya gelmelerine ve aktifleşmelerine öncülük eden Damat Mahmut Paşa, Sultan Abdülhamid’in tüm teşebbüs ve vaadlerine yüz çevirerek muhalif tavrını sürdürmüş, ülkeye dönmemiştir.
Sultan Abdülhamit’e karşı birçok teşebbüsün başında veya içinde olan Damat Mahmut Paşa’nın en önemli işlerinden birisi 1902 yılında tüm engelleme çabalarına rağmen Paris’te 1. Jön Türk Kongresi’ni toplamasıdır. Bunun ardından faaliyetlerine daha da hız vermek isteyen Damat Mahmut Paşa daha 50 yaşındayken 1903 yılında vefat etmiştir. Kendisinden sonra çocukları Sabahattin ve Lütfullah da Sultan Abdülhamit’in ülkeye dönme çağrılarına olumsuz cevaplar vererek Abdülhamit karşıtı faaliyetlerini sürdürmüşlerdir. Lütfullah fazla ön plana çıkamazken Prens Sabahattin adıyla ünlenen abisi savunduğu fikirlerle Türkiye’de liberalizmin öncüsü sayılmıştır.
Babasının vefatının ardından ülkenin kurtuluşu için çare arayışları içerisindeki Prens Sabahattin kendi inisiyatifi ile Paris’te bir konferans düzenlemiştir. Toplantının gayesi Jön Türkleri yeni bir teşkilat çatısı altında toplamaktı. Toplantıya Ahmed Rıza, Sami Paşazade Sezai, Doktor Nihad Reşad, Doktor Bahaeddin Şakir, Doktor Nazım, Doktor Sabri, Fazlı, Ali Haydar Mithat, Hüseyin Tosun ve Milaslı Murad Bey gibi önemli şahsiyetler katılmıştı. Heyet, program hazırlama işini Prens Sabahattin’e tevdi etmişti. Prens Sabahattin buna dayanarak bir müddettir üzerinde çalıştığı ‘Teşebbüs-ü şahsî ve âdem-i merkeziyet’ esasına dayalı fikirlerini havi bir rapor hazırlamış ve böylece Jön Türkler arasındaki kamplaşmanın temellerini atmıştır. Prens Sabahattin’in raporu üzerinde koparılan fırtına bize geçmişten günümüze siyasete damga vuranların entelektüel seviyelerini ve hadiselere vukûfiyetlerini göstermesi açısından ilginçtir.
Yapılan görüşmelerde en çok itiraz âdem-i merkeziyet kavramına olmuştur. Başını daha sonra İttihat ve Terakki Cemiyeti’ni oluşturacak katılımcıların çektiği kişilerce, âdem-i merkeziyetin Fransızcası olan decentralisation kelimesi ‘merkez yok’ şeklinde tercüme edilerek ‘merkez yoksa devlet de memleket de yoktur’ denmiş, program taslağının diğer taraflarına bakılmadan tüm kapılar kapatılmıştır. Prens Sabahattin aynı kavramın yürürlüğe sokmak istedikleri ve Abdülhamit tarafından rafa kaldırılan Kanun-i Esasi’de de bulunduğunu söyleyip haziruna göstermiş, fakat bu da itirazları gidermeye yetmemiştir. Aslında konuyu derinlemesine düşünmemiş olsalar da itirazcılar âdem-i merkeziyetin devleti dağıtacağına inanmaktaydılar ve motivasyon kaynakları oydu.
Söz konusu münakaşalar Prens Sabahattin’in geleceğin İttihatçıları ile yollarının ayrılmasına sebebiyet verdi. Jön Türklerden ancak bir kısmı onunla birlikte hareket etti. Kısa bir zaman sonra Teşebbüsü Şahsi ve Âdemi Merkeziyet Cemiyeti'ni kuran Prens Sabahattin Abdülhamit’e karşı mücadelesinde bir başarı elde edemediği gibi daha sonra İttihatçılar’la girdiği mücadelelerden de bir sonuç elde edemedi. İttihatçılara karşı kurduğu Osmanlı Ahrar Fırkası sönük kaldı. Milli Mücadeleyi desteklemesine rağmen 1924’te hanedan mensubu olduğu için ülkeden çıkarıldı. Sürgünde iken bilinen bir siyasi faaliyeti olmadı. (ö. 1948)
İsmi siyaset tarihinde çok anılmasına rağmen Prens Sabahattin’in şahsiyeti, fikirleri, idealleri hususunda çok az çalışma yapılmıştır. Türkiye’de liberal sağın ilk silahşoru olarak bilinmesine rağmen merkez sağdaki siyasetçiler de kendisini derinlemesine tanıma ihtiyacı hissetmezler. Liberal görünümlü parti ve grupların Türkiye’yi yıllarca yönetmelerine rağmen müspet manada bir başarı elde edememelerinin hatta sürekli zarar vermelerinin sebeplerinden birisi belki de bu köklerine karşı lakaytsız tutumdur.