Hava Durumu

GAZZE’DEN SONRA HOLOKOST (2)

Yazının Giriş Tarihi: 12.03.2024 12:39
Yazının Güncellenme Tarihi: 12.03.2024 12:39

Ön Not:

Değerli okurlar, aşağıda yayınladığımız yazı, Hintli yazar Pankaj Mishra’nın London Review of Books’ta 7 Mart 2024 günü yayınlanan ‘Gazze’den sonra Hokolost’ (The Shoah after Gaza) başlıklı yazısının çevirisidir. Yazı temel olarak İsrail devletinin ulus inşasında bir mit olarak kullandığı Holokost’un anlamı, işlevi ve Gazze’den sonra geçirmiş olduğu anlam kaymalarına, Batı ile İsrail arasındaki simbiyotik ilişkiye, genel olarak Batı medya ve politik elitlerinin ikiyüzlülüğüne ve küresel düzenin adaletsizliğine odaklanan insancıl yönü ağır politik bir kritiktir.

Pankaj Mishra, 1969’da Kuzey Hindistan’da doğdu. Allahabad Üniversitesi Ticaret Fakültesi’nden mezun olduktan sonra Jawaharlar Nehru Üniversitesi’nde İngiliz Edebiyatı alanında yüksek lisans yaptı.

Mishra, New York Times, New York Review of Books, The Guardian, the New Yorker, London Review of Books, Bloomberg View’nın yanı sıra diğer Amerikan, İngiliz ve Hint yayın organları için de edebi ve politik denemeler yazıyor. Dünya çapında ünlü bir yazar olan Mishra, Foreign Policy dergisinin ‘en önemli 100 küresel düşünür’ listesinde yer almaktadır. Ayrıca Mishra, bazı çevreler tarafından Edward Said’in halefi olarak tanımlanmıştır. Türkçeye Öfke Çağı ve Asya’nın Batıya İsyanı adlı iki kitabı çevrilmiştir.

Yazı Mustafa Ekici tarafından, yapay zekâ kullanılarak Türkçeye çevrilmiş ve yeniden düzenlenmiştir. Yazı her biri 6 sayfadan oluşan 3 parça halinde sitemizde sırayla yayınlanacaktır. Yazının 2. Bölümünü dikkatinize sunuyoruz. İyi okumalar.

GAZZE’DEN SONRA HOLOKOST (2)

Pankaj Mishra

(Gazze’de devam eden ağır soykırım görüntüleri karşısında) Joe Biden'ın yüzünde bir merhamet belirtisi, kan dökmeye son verecek bir işaret arayanlar, her defasında ürkütücü derecede pürüzsüz bir sertlikle karşılaşıyorlar. Sadece bir kez, İsrail'in kesilmiş bebeklerle ilgili yalanlarını ağzından kaçırdığında gergin, küçük bir gülümsemeyle bozuldu bu ürkünç sertlik. Biden'ın inatçı kötülüğü ve Filistinlilere karşı gösterdiği acımasızlık, Batılı politikacılar ve gazeteciler tarafından bize sunulan birçok dehşet verici gizemden sadece biridir.

Holokost en az iki Yahudi kuşağını travmatize etti ve Hamas ve diğer Filistinli gruplar tarafından 7 Ekim'de İsrail'de gerçekleştirilen katliamlar ve rehine alma olayları, birçok Yahudi arasında bu travmatik kolektif imha korkusunu yeniden canlandırdı. Ancak tarihteki en fanatik İsrail liderliğinin, İsrail toplumunda geniş çapta hissedilen bu travmatik beka korkusu, yas ve dehşeti sonuna kadar sömürmekten çekinmeyeceği açıktı. Bütün bu travmatik gelişmeler içinde Batılı liderlerin, 7 Ekim’deki katliam ve rehin alma olaylarına karışan suçluların takip edilmesi ve adaletin sağlanması gerekliliğini kabul ederken aynı zamanda bu fanatik rejime koşulsuz destek sağlama çarpıklığını bastırmaları oldukça kolay oldu.

O halde neden eski bir insan hakları avukatı olan Keir Starmer, İsrail'in Filistinlilere 'elektrik ve su vermeme' hakkına sahip olduğunu iddia etti? Almanya neden İsrail'e hararetli bir şekilde daha fazla silah satmaya başladı (ve özellikle Yahudi sanatçılara ve düşünürlere yönelik yalancı medyası ve acımasız resmi baskılarıyla, kanlı etno-milliyetçiliğin hızlı yükselişi dururken nasıl oluyor da dünyaya bu konuda ders verir pozisyonda bulunuyor)? BBC ve New York Times’da: '6 yaşındaki Hind Receb, yardım çağrısından birkaç gün sonra Gazze'de ölü bulundu', '103 akrabasını kaybeden Gazzeli babanın gözyaşları' ve ' Polis, Washington'daki İsrail Büyükelçiliği'nin önünde kendini ateşe veren adamın öldüğünü söyledi’ gibi haberlerin ve manşetlerin dili neyi açıklıyor? Batılı politikacılar ve gazeteciler, IDF'nin iddia ettiği gibi, ‘dünyanın en ahlaklı ordusuna dayatılan bir meşru müdafaa savaşında’ neden on binlerce ölü ve sakat Filistinliyi ikincil hasar olarak sunmaya devam ediyor?

Dünyanın dört bir yanındaki pek çok insanın yanıtları, uzun zamandır kaynayan kirli bir ırkçı öfkenin dışa vurumundan başka bir şey olamaz. George Orwell'in 1945'te işaret ettiği[1] gibi Filistin, bir 'renk meselesidir.’ Siyonist liderlere, Batının gücünü kullanarak Araplara karşı terörizme başvurmamaları konusunda uyaran Gandhi ve sömürgecilik sonrası bütün uluslar bu durumu kaçınılmaz olarak böyle görmüştür. Neredeyse hepsi İsrail devletini tanımayı reddetti. W.E.B. Du Bois[2]’in uluslararası politikanın temel sorununun ırkçılık olduğu tespitinden ilham alan Nelson Mandela, Güney Afrika'nın apartheid'den özgürlüğünün "Filistinlilerin özgürlüğü olmadan eksik kalacağını" söylerken de aynı noktaya işaret etti. James Baldwin,[3] Güney Afrika'daki apartheid rejimine silah satan Yahudi devletinin demokrasiyi değil beyaz üstünlüğünü temsil ettiğini iddia ederek, İsrail'in davranışına ilişkin "dindar sessizlik" olarak adlandırdığı ırkçı dayanışmaya dikkat çekti. Muhammed Ali, Filistin'i büyük ırkçı adaletsizliğinin bir örneği olarak gördü. Bugün, İsrail'i soykırımla suçlayan ve Biden'dan ülkeye yapılan tüm mali ve askeri yardımlara son vermesini isteyen ABD'nin en eski ve en önde gelen Siyah Hıristiyan mezheplerinin liderleri de aynısını yapıyorlar.

1967'de Baldwin, Yahudi halkının çektiği acıların 'dünyanın ahlaki tarihinin bir parçası olarak kabul edildiğini' ve ‘ama daha beterini yaşayan siyahlar için böyle bir şeyin geçerli olmadığını' söyleyecek kadar ‘düşüncesizdi’. Bugün artık, 2024'te çok daha fazla insan bunu böyle olduğunu görebiliyor. Nazizm'in Yahudi kurbanlarıyla karşılaştırıldığında, kölelik tarafından tüketilen sayısız milyonlar, Asya ve Afrika'daki geç Viktorya dönemi soykırımları ve Hiroşima ve Nagazaki'ye yapılan nükleer saldırılar zar zor hatırlanıyor. Milyarlarca Batılı olmayan insan, son yıllarda Batı'nın ‘teröre’ karşı yürüttüğü korkunç savaş, Kovid salgını sırasındaki 'aşı apartheid'ı[4] ve Ukraynalılar ile Filistinlilerin içinde bulunduğu kötü duruma ilişkin apaçık ikiyüzlülük ve çifte standart nedeniyle öfkeyle siyasallaştı. Ülkelerinin soykırım vahşeti ve sömürü/yağma geçmişine değinmeyi reddeden ve bununla ilgili her türlü tartışmayı dengesiz bir "uyanıklık" olarak gayri meşru hale getirmeye çalışan eski emperyalist ülkelerin elitleri arasında "Holokost inkarının" saldırgan bir versiyonunu fark etmemek mümkün değil. Totalitarizme dair popüler Batı en iyisidir açıklamaları, Nazizm'in ((Jawaharlal Nehru ve Aimé Césaire’in emperyalizm ve sömürüye dair diğer birçok konudaki görüşlerinin yansıra) Batı emperyalizminin radikal "ikizi" olduğu yönündeki keskin tanımlamalarını görmezden gelmeye devam ediyor; sömürgelerdeki yerlilerin emperyalist katliamı ile Avrupa'daki Yahudilere karşı uygulanan soykırım terörü arasındaki açık bağlantıyı görmek istemiyorlar.

Günümüzün en büyük tehlikelerinden biri beyaz üstünlükçülüğüne dayanan ırkçılığın yeni bir Maginot Hattına[5] dönüşmesidir. Avrupa uygarlığının temsilcileri tarafından vahşice sömürgeleştirilen Batı dışındaki çoğu insan için Holokost, ‘benzeri görülmemiş’ bir vahşet gibi görünmüyordu. Emperyalizmin kendi ülkelerinde uyguladığı vahşetten kurtulan Batılı olmayan insanların çoğu, emperyalizmin radikal ikizinin (Nazizm’in) Avrupa'daki Yahudilere uyguladığı dehşetin büyüklüğünü takdir edecek konumda değildi. Yani İsrail liderleri Hamas'ı Nazilerle karşılaştırdığında ve İsrailli diplomatlar BM'de sarı yıldız[6] taktıklarında, dinleyicilerin neredeyse tamamı sadece Batılılardan oluşuyor. Dünyanın büyük bir kısmı Hıristiyan Avrupalıların Holokosttan kaynaklanan suçluluk yükünü taşımıyor ve İsrail'in yaratılmasını 20. yüzyıl Avrupalılarının günahlarının affedilmesi için ahlaki bir gereklilik olarak görmüyor. Yetmiş yılı aşkın bir süredir, "koyu tenli halklar" arasındaki tartışma hep aynıdır: Neden Filistinliler mülksüzleştirilsin ve yalnızca Avrupalıların suç ortağı olduğu suçlardan dolayı cezalandırılsın? Ve İsrail'in sadece meşru müdafaa meselesi olarak değil, aynı zamanda Holokosttan doğan bir devlet olduğu için 13.000 çocuğu katletme hakkına sahip olduğu yönündeki örtülü iddiadan sadece tiksinti duyuyorlar.

2006'da Tony Judt, "Holokost artık İsrail'in davranışını mazur göstermek için araçsallaştırılamaz" uyarısında bulunmuştu, çünkü giderek artan sayıda insan "son Avrupa savaşının dehşetinin, başka zaman ve yerde kabul edilemez davranışlara izin vermek veya bunlara göz yummak için nasıl bir argüman olarak kullanılabileceğini anlayamıyor." İsrail'in "uzun zamandır süregelen vahşice çılgınlığı (‘herkes bizi ele geçirmenin peşinde" diyorlar) artık sempati uyandırmıyor" diye uyardı ve evrensel antisemitizm kehanetlerinin "kendi kendini gerçekleştiren bir iddiaya dönüşme" riski taşıyor dedi ve ekledi: "İsrail'in pervasız bir şekilde her eleştiriyi ısrarla antisemitizm ile çerçevelemesi, tanımlaması", artık Batı Avrupa'da ve Asya'nın büyük bölümünde Yahudi karşıtlığının önde gelen kaynağıdır.' Bugün İsrail'in en sadık dostları aslında bu durumu alevlendiriyor. İsrailli gazeteci ve belgesel yapımcısı Yuval Abraham'ın belirttiği gibi, Almanların antisemitizm suçlamasının "korkunç derecede kötüye kullanılması", bu kavramın içini boşaltıyor ve "böylece tüm dünyadaki Yahudileri tehlikeye atıyor". Biden, dünya çapındaki Yahudi nüfusunun güvenliğinin İsrail'e bağlı olduğu şeklindeki hain iddiayı sürdürmeye devam ediyor. New York Times köşe yazarı Ezra Klein'ın yakın zamanda belirttiği gibi, 'Ben bir Yahudi’yim. Kendimi daha güvende hissediyor muyum? Orada olup bitenlerden dolayı dünyada antisemitizmin azaldığını mı hissediyorum, yoksa antisemitizmde büyük bir yükseliş olduğunu ve İsrail dışındaki Yahudilerin bile İsrail'de olup bitenlere karşı savunmasız olduğunu mu düşünüyorum?

Bu yıkıcı senaryo, daha önce alıntıladığım ve Holokostun araçsallaştırılmasının Holokost anısına verdiği zarar konusunda uyarıda bulunan Holokosttan sağ kurtulanlar tarafından çok açık bir şekilde öngörülmüştü. Bauman, 1980'lerden sonra, Begin ve Netanyahu gibi vicdansız politikacıların bu tür taktiklerinin, 'Yahudiler ile tüm dünya arasında çatışma yaratmayı hayal eden Hitler için ölüm sonrası bir zaferi' güvence altına aldığı ve 'Yahudilerin başkalarıyla barış içinde bir arada yaşamasını engellediği' konusunda defalarca uyardı.' Son yıllarında gelişen antisemitizm' yüzünden çaresiz kalan Améry, İsraillilere, Filistinli teröristlere bile insanca davranmaları için yalvardı, böylece kendisi gibi diaspora Siyonistleri ile İsrail arasındaki dayanışma "felaket karşısında iki lanetli tarafın birliğinin temeli haline gelmesin" diyordu.

İsrail'in mevcut liderlerinden bu konuda pek bir şey beklenemez. Hem Hizbullah'a hem de Hamas'a karşı son derece savunmasız olduklarının keşfedilmesi, onları uzlaşmacı bir barış anlaşması riskine girmeye daha istekli hale getirmelidir. Ancak Biden'ın üzerlerine yağdırdığı 2000 lb'lik bombalarla Batı Şeria ve Gazze'deki işgallerini çılgınca askerileştirmeye çalışıyorlar. Bu tür kendine zarar verme, Boaz Evron'un "sürekli Holokost'tan, antisemitizmden ve tüm nesillerde Yahudi nefretinden söz edilmesine" karşı uyarıda bulunurken korktuğu uzun vadeli etkiydi. 'Bir liderlik kendi propagandasından ayrılamaz' diye yazıyordu ve İsrail'in egemen sınıfı, 'kendi elleriyle yarattığı mitler ve canavarlar dünyasında yaşayan, gerçek dünyada olup bitenleri ya da devletin içine düştüğü tarihsel süreçleri artık anlayamayan, gerçeklikten kopmuş, kapalı bir 'mezhebin' reisleri gibi davranıyorlar.’

Evron'un bunu yazmasından kırk dört yıl sonra, İsrail'in Batılı patronlarının ülkenin en büyük düşmanları haline geldikleri ve halüsinasyonlarla kaplı dünyalarını daha da derinleştirdikleri açıktır. Evron'un dediği gibi, Batılı güçler "kendi çıkarlarına aykırı hareket ediyor ve İsrail'e özel bir tercihli ilişki uyguluyor, İsrail de kendisini karşılık vermek zorunda görmüyor.’ Sonuç olarak, "İsrail'e gösterilen ve koşulsuz ekonomik ve siyasi destekle ifade edilen bu özel muamele", "İsrail'in etrafında onu küresel ekonomik ve siyasi gerçeklerden koparan ekonomik ve siyasi bir sera yarattı".

Netanyahu ve yandaşları, Nazi suçlarının ortaya çıkmasının ardından yeniden inşa edilen küresel düzenin temellerini tehdit ediyor. Gazze'den önce bile Holokost, geçmişe ve geleceğe dair tahayyülümüzdeki merkezi yerini kaybediyordu. Hiçbir tarihsel vahşetin bu kadar geniş ve kapsamlı bir şekilde anılmadığı doğrudur. Ancak Holokost etrafındaki anma kültürü artık adeta bağımsızlaşarak kendi uzun tarihini biriktirdi. Bu tarih, Holokostun anısının yalnızca organik olarak 1939 ile 1945 arasında olup bitenlerden kaynaklanmadığını gösteriyor; çoğu zaman bilinçli olarak ve belirli siyasi amaçlar doğrultusunda inşa edilmiş yeni bir tarihtir bu. Aslına bakılırsa, Holokostun evrensel önemine ilişkin gerekli fikir birliği, onun anısına uygulanan ve giderek görünür hale gelen ideolojik baskılar tarafından tehlikeye atılmıştır.

Almanya'daki Nazi rejiminin ve onun Avrupalı ​​işbirlikçilerinin altı milyon Yahudi’yi öldürdüğü 1945'ten sonra yaygın olarak biliniyordu. Ancak uzun yıllar boyunca bu sersemletici gerçeğin siyasi ve entelektüel yankısı çok az oldu. 1940'larda ve 1950'lerde Holokost, savaşın diğer zulümlerinden ayrı bir vahşet olarak görülmüyordu: Slav halklarının, çingenelerin, engellilerin ve eşcinsellerin yok edilmeye çalışılması. Elbette çoğu Avrupalı ​​halkın Yahudilerin öldürülmesi üzerinde durmamak için kendilerine göre nedenleri vardı. Almanlar, Müttefik güçlerin bombalama ve işgalinden ve Doğu Avrupa'dan kitlesel olarak sınır dışı edilmelerinden kaynaklanan kendi travmalarını takıntı haline getirmişlerdi. Nazilerle hevesli bir şekilde iş birliği yapan Fransa, Polonya, Avusturya ve Hollanda, kendilerini Hitlerizme karşı yiğit bir "direnişin" parçası olarak sunmak istiyorlardı. Savaş 1945'te sona erdikten çok sonra bile suç ortaklığına dair pek çok uygunsuz hatırlatma mevcuttu. Almanya'nın şansölyesi ve cumhurbaşkanı olarak eski Naziler vardı. Fransa Cumhurbaşkanı François Mitterrand, Vichy rejiminde bir aparatçıktı. 1992 gibi geç bir tarihte Kurt Waldheim, Nazi zulmüne karıştığına dair kanıtlar bulunmasına rağmen Avusturya'nın başkanıydı.

Idith Zertal'in Israel's Holocaust and the Politics of Nationhood (2005) adlı kitabında yazdığı gibi, Amerika Birleşik Devletleri'nde bile "Holokost konusunda kamunun sessizliği ve bir tür devletçi inkâr" vardı. Holokost'un kamuoyunda hatırlanmaya başlaması ancak 1945'ten sonra mümkün oldu. İsrail'de Holokosta dair farkındalık, yıllar boyunca hayatta kalanlarla sınırlıydı; bugün hatırlaması şaşırtıcı olsa da Siyonist hareketin liderleri tarafından küçümsenmeye maruz kalmışlardı. Ben-Gurion, başlangıçta Hitler'in iktidara gelişini "Siyonist girişim için büyük bir siyasi ve ekonomik destek" olarak görmüştü, ancak Hitler'in ölüm kamplarından çıkan insan kalıntılarını, yeni ve güçlü bir Yahudi devletinin inşası için uygun malzeme olarak görmüyordu. 'Katlandıkları her şey,' dedi Ben-Gurion, 'ruhlarını iyi olan her şeyden arındırdı.' Holokostun önde gelen tarihçisi Saul Friedlander, İsrail'i kısmen Holokostun 'Filistin karşıtı sert önlemlerin bahanesi olarak' kullanıldığını görmeye dayanamadığı için terk etti. Where Memory Leads (2016) adlı anı kitabında, akademisyenlerin başlangıçta konuyu reddettiğini ve konuyu anma ve belgeleme merkezi Yad Vashem'e bıraktığını hatırlatıyor.

Tutumlar ancak 1961'de Adolf Eichmann'ın davasıyla değişmeye başladı. İsrailli tarihçi Tom Segev, The Seventh Million adlı kitabında (1993) Begin ve diğer siyasi rakipleri tarafından Holokosttan sağ kurtulanlara karşı duyarsızlıkla suçlanan Ben-Gurion'un, bir Nazi savaş suçlusunun duruşmasını düzenleyerek 'ulusal bir katarsis' sahnelemeyi hedeflediğini belirtir. Arap ülkelerindeki Yahudileri Holokost ve Avrupa antisemitizmi (ikisine de aşina değillerdi) hakkında eğitmeyi ve onları, çok açık bir şekilde kusurlu bir topluluk gibi gördükleri Avrupa kökenli Yahudilerle birleştirmeyi umuyordu. Segev, Begin'in ülkenin beyaz düzeni tarafından uzun süredir ırkçı aşağılamaların hedefi olan koyu tenli Yahudiler arasında bir Holokost bilinci oluşturma sürecini nasıl ilerlettiğini anlatmaya devam ediyor: Begin, onlara çalınan Filistin toprakları üzerinde mitlerle oluşturulmuş bir hak ve mülksüzleştirilmiş yoksul Arapların üzerinde bir sosyoekonomik statü vaat ederek sınıf ve ırkla ilgili yaralarını böylece tedavi ediyordu.

İsrailliliğin getirdiği imtiyazların bu dağılımı, ABD'deki varlıklı bir azınlık arasında kimlik politikalarının patlamasıyla aynı zamana denk geldi. Peter Novick'in The Holocaust in American Life'da (1999) şaşırtıcı ayrıntılarla açıkladığı gibi, Holokost, 1960'ların sonlarına kadar Amerika'daki Yahudilerin yaşamında "o kadar da büyük bir yer tutmuyordu". Konuya yalnızca birkaç kitap ve film değindi. Judgment at Nurnberg (1961) filmi, Yahudilerin toplu katliamını, daha geniş Nazizm suçları kategorisine kattı. 1980'lerde yeni muhafazakâr Siyonistlerin koruyucu azizi olan Norman Podhoretz, 1957'de Yahudi dergisi Commentary'de yayınlanan 'Entelektüel ve Yahudi Kaderi' adlı makalesinde Holokost hakkında hiçbir şey söylemedi.

Siyonizm hakkındaki görüşleri denetlemekle nam salmış olan Yahudi örgütleri, ilk başta Avrupa'daki Yahudi kurbanların anılması konusunda çok hevesli olmadılar. Jeopolitik oyunun yeni kurallarını öğrenmeye çalışıyorlardı. Soğuk Savaş'ın başlarındaki bukalemun benzeri değişimlerle Sovyetler Birliği, Nazi Almanya'sına karşı güçlü bir müttefik olmaktan totaliter bir kötülüğe dönüştü; Almanya totaliter bir kötülükten, totaliter kötülüğe karşı güçlü bir demokratik müttefike dönüştü. Buna göre, Commentary'nin editörü Amerikalı Yahudileri, artık "Batı demokratik medeniyetinin" temel direği olan Almanya'ya karşı "cezalandırıcı ve suçlayıcı bir tutum yerine gerçekçi bir tutum" geliştirmeye çağırdı.

(devam edecek)

-----------------

[1] ‘İngiltere'de sahip olduğumuz yüksek yaşam standardı, İmparatorluğu, özellikle de Hindistan ve Afrika gibi tropik kısımlarını sıkı sıkıya tutmamıza bağlıdır. Kötü bir durum bu evet, ama siz buna her seferinde razı oluyorsunuz. Çünkü bu sayede bir taksiye binersiniz ya da bir tabak çilek ve krema yersiniz. Bunun alternatifi, İngiltere'yi hepimizin çok çalışması ve çoğunlukla ringa balığı ve patatesle yaşaması gereken soğuk ve önemsiz küçük bir adaya dönüştürmektir.’

George Orwell  

[2] Wiliam Edward Burghardt Du Bois, Amerikalı sosyolog. Colour Line kavramını, ABD’de köleliğin kaldırılmasından sonra devam eden beyaz ırkçılığına referans olarak kullandı.

[3] James Baldwin: Afrikalı kökenli Amerikan yazar, şair ve romancı.

[4] Aşılara erişim hakkı öncelikle zengin batılı ülkelerindi, başta Güney Amerika, Asya  ve Afrika’da olmak üzere bir çok fakir ‘beyaz’ olmayan ülke halkı salgından kırılırken aşıya  (paraları olsa bile) erişememişti.

[5] Maginot Hattı: I. Dünya Savaşı'nın sonlarına doğru Fransa'nın, tekrar işgal edilmeyi önlemek amacıyla Almanya sınırına kurduğu Maginot Hattı, Fransızlar için büyük bir fiyasko olmuştur. Almanlar geçilemez denilen hattın sadece etrafından dönmüş ve hat işlevsiz olmuştur.

[6] Nazi Almanya’sında Yahudileri diğer insanlardan ayırmak için kullanılan sarı renkli yıldız şeklindeki rozet.

Yorum Ekle
Gönderilen yorumların küfür, hakaret ve suç unsuru içermemesi gerektiğini okurlarımıza önemle hatırlatırız!
Yorumlar
Yükleniyor..
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.