Çevremden ve yazılarımı okuyan insanlardan gelen bir öneriyle bu satırları kaleme alıyorum. Hepimiz görüyoruz: Son yıllarda anlam veremediğimiz bir öfke ve saygısızlık, adeta bir salgın gibi toplumun her alanına yayılmış durumda.
Trafikte, okulda, hastanede, kurumlarda… Her yerde bir gerginlik, bir saldırganlık havası hâkim. Ne yazık ki bu dalgaya çocuklar bile kapılmış durumda.
Oysa sevginin ve saygının olmadığı bir ortamda çocuk yetiştirmeye çalışıyoruz. Onlara empatiyi, nezaketi, hoşgörüyü nasıl öğreteceğiz? Sürekli bağıran, hor gören, hakaret eden bir dilin içinde büyüyen bir çocuğun “başkasına saygı”yı içselleştirmesi neredeyse imkânsız.
Peki bu noktaya nasıl geldik? Belki de cevabı çok uzaklarda aramamak gerek. Yoğun stres, ekonomik kaygılar, iletişim eksikliği, sosyal medyanın hızla yayılan linç kültürü… Hepsi bu öfke denizine birer damla oldu. Ama asıl mesele, birey olarak kendi payımıza düşeni görmemek.
Saygı, tek taraflı bir lütuf değil; karşılıklı bir alışkanlıktır.
Değişim için önce birey olarak kendimize dönüp bakmamız gerekiyor.
Trafikte birine yol vermek,
Markette sırada beklerken sabırlı olmak,
Farklı fikirleri hakaret etmeden dinlemek…
Bunlar küçük gibi görünen ama zincirleme bir iyilik etkisi yaratan adımlar. Çünkü nezaket bulaşıcıdır, tıpkı öfke gibi. Hangisini yayacağımıza ise biz karar veririz.
Toplumun sertleşen dili yumuşatmak, yalnızca devletin, eğitim sisteminin ya da medyanın sorumluluğu değil; hepimizin ortak görevi. Kendimizden başlayarak, evimizden, çocuklarımızdan, komşularımızdan…
Belki de en basitinden, birbirimize yeniden “günaydın” demeyi hatırlamamız gerek.
Ve unutmayalım:
Bir toplumun gerçek medeniyet seviyesi, gökdelenlerinin yüksekliğinde değil, sokaklarında duyulan “teşekkür” kelimesinde saklıdır.
Yorum Ekle
Yorumlar (0)
Sizlere daha iyi hizmet sunabilmek adına sitemizde çerez konumlandırmaktayız. Kişisel verileriniz, KVKK ve GDPR
kapsamında toplanıp işlenir. Sitemizi kullanarak, çerezleri kullanmamızı kabul etmiş olacaksınız.
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.
Füsun Deniz YILMAZ
Saygısızlık Salgını ve Kaybolan Hoşgörü
Çevremden ve yazılarımı okuyan insanlardan gelen bir öneriyle bu satırları kaleme alıyorum. Hepimiz görüyoruz: Son yıllarda anlam veremediğimiz bir öfke ve saygısızlık, adeta bir salgın gibi toplumun her alanına yayılmış durumda.
Trafikte, okulda, hastanede, kurumlarda… Her yerde bir gerginlik, bir saldırganlık havası hâkim. Ne yazık ki bu dalgaya çocuklar bile kapılmış durumda.
Oysa sevginin ve saygının olmadığı bir ortamda çocuk yetiştirmeye çalışıyoruz. Onlara empatiyi, nezaketi, hoşgörüyü nasıl öğreteceğiz? Sürekli bağıran, hor gören, hakaret eden bir dilin içinde büyüyen bir çocuğun “başkasına saygı”yı içselleştirmesi neredeyse imkânsız.
Peki bu noktaya nasıl geldik? Belki de cevabı çok uzaklarda aramamak gerek. Yoğun stres, ekonomik kaygılar, iletişim eksikliği, sosyal medyanın hızla yayılan linç kültürü… Hepsi bu öfke denizine birer damla oldu. Ama asıl mesele, birey olarak kendi payımıza düşeni görmemek.
Saygı, tek taraflı bir lütuf değil; karşılıklı bir alışkanlıktır.
Değişim için önce birey olarak kendimize dönüp bakmamız gerekiyor.
Trafikte birine yol vermek,
Markette sırada beklerken sabırlı olmak,
Farklı fikirleri hakaret etmeden dinlemek…
Bunlar küçük gibi görünen ama zincirleme bir iyilik etkisi yaratan adımlar. Çünkü nezaket bulaşıcıdır, tıpkı öfke gibi. Hangisini yayacağımıza ise biz karar veririz.
Toplumun sertleşen dili yumuşatmak, yalnızca devletin, eğitim sisteminin ya da medyanın sorumluluğu değil; hepimizin ortak görevi. Kendimizden başlayarak, evimizden, çocuklarımızdan, komşularımızdan…
Belki de en basitinden, birbirimize yeniden “günaydın” demeyi hatırlamamız gerek.
Ve unutmayalım:
Bir toplumun gerçek medeniyet seviyesi, gökdelenlerinin yüksekliğinde değil, sokaklarında duyulan “teşekkür” kelimesinde saklıdır.