Son günlerde basında, “kayınpedere ait evin boşanma davasında geline tahsisi” yönünde verilen bir karar geniş yer buldu. İlk bakışta dikkat çekici gelse de, benzer taleplerin aile mahkemelerince zaman zaman kabul edildiğine, bizzat yürüttüğüm dosyalar aracılığıyla şahit oldum.
Yakın tarihte ; bir boşanma dosyamda, müvekkilim eşiyle birlikte kocasının amcası adına kayıtlı bir konutta yaşıyordu. Boşanma davası açıldığında, müvekkilin ekonomik koşulları ve mevcut yaşam düzeninin korunması gereği ortadaydı. Yeni bir ev kiralaması, dava sürecinde ciddi bir maddi yük anlamına gelecekti. Bu nedenle, fiilen aile konutu olarak kullanılan bu taşınmazın dava sonuçlanıncaya kadar müvekkilime tahsisini talep ettik. Mahkeme, tarafların durumu ve barınma ihtiyacını dikkate alarak talebimizi kabul etti ve konutu dava sonuna kadar taşınmazı aile konutu olarak müvekkil lehine tahsis etti.
Bu tür kararlar, Türk Medeni Kanunu’nun 169. maddesinde düzenlenen “boşanma veya ayrılık davası sırasında eşlerin barınmasına ilişkin gerekli önlemlerin alınması” yetkisine dayanır. Konutun tapuda üçüncü kişi adına kayıtlı olması, fiilen aile konutu olarak kullanıldığı sürece geçici tahsise engel değildir. Tahsis kararı mülkiyet hakkını ortadan kaldırmaz; yalnızca dava süresince kullanım hakkını düzenler. Bu noktada Anayasa’nın 35. maddesiyle güvence altına alınan mülkiyet hakkı da göz ardı edilmez. Uygulamada hâkim, hem tarafın barınma ihtiyacını hem de malikin mülkiyet hakkını aynı anda koruyacak bir çözüm üretmek zorundadır. Ölçülülük ilkesi de tam olarak burada devreye girer: Müdahale, amacını aşmayacak, gereğinden uzun sürmeyecek ve malik açısından telafisi imkânsız sonuçlar doğurmayacak şekilde sınırlandırılır.
Mahkemeler bu tür talepleri değerlendirirken, tarafların ekonomik imkânlarını, çocukların mevcut yaşam düzenini, eğitim durumunu, hatta konutun fiziki koşullarını dahi dikkate alır. Özellikle çocukların eğitim gördükleri okuldan uzaklaşmaması, sosyal çevresinden kopmaması gibi hususlar, tahsis talebinin kabulünde belirleyici etkenler arasında yer alır. Üçüncü kişi malik ise karara itiraz ederek, kendi haklarını ileri sürebilir; ancak bu itiraz, somut olayın şartları içinde aile konutu niteliği ve tarafların barınma ihtiyacıyla birlikte değerlendirilir.
Dolayısıyla basına yansıyan karar, hukuken mümkün olan ve uygulamada zaman zaman karşılaşılan bir tedbir örneğidir. Tartışmanın asıl odağı ise, mülkiyet hakkı ile barınma hakkı arasındaki sınırın hangi ölçütlerle çizileceği meselesidir. Bu dengenin korunması, hem boşanma davalarının sağlıklı yürütülmesi hem de üçüncü kişilerin mülkiyet hakkının gereksiz yere ihlal edilmemesi açısından kritik önemdedir.
Yorum Ekle
Yorumlar (0)
Sizlere daha iyi hizmet sunabilmek adına sitemizde çerez konumlandırmaktayız. Kişisel verileriniz, KVKK ve GDPR
kapsamında toplanıp işlenir. Sitemizi kullanarak, çerezleri kullanmamızı kabul etmiş olacaksınız.
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.
Av. Merve Güldür
Kayınpederin Evi, Boşanma Davasında Geline Tahsis Edilebilir mi?
Son günlerde basında, “kayınpedere ait evin boşanma davasında geline tahsisi” yönünde verilen bir karar geniş yer buldu. İlk bakışta dikkat çekici gelse de, benzer taleplerin aile mahkemelerince zaman zaman kabul edildiğine, bizzat yürüttüğüm dosyalar aracılığıyla şahit oldum.
Yakın tarihte ; bir boşanma dosyamda, müvekkilim eşiyle birlikte kocasının amcası adına kayıtlı bir konutta yaşıyordu. Boşanma davası açıldığında, müvekkilin ekonomik koşulları ve mevcut yaşam düzeninin korunması gereği ortadaydı. Yeni bir ev kiralaması, dava sürecinde ciddi bir maddi yük anlamına gelecekti. Bu nedenle, fiilen aile konutu olarak kullanılan bu taşınmazın dava sonuçlanıncaya kadar müvekkilime tahsisini talep ettik. Mahkeme, tarafların durumu ve barınma ihtiyacını dikkate alarak talebimizi kabul etti ve konutu dava sonuna kadar taşınmazı aile konutu olarak müvekkil lehine tahsis etti.
Bu tür kararlar, Türk Medeni Kanunu’nun 169. maddesinde düzenlenen “boşanma veya ayrılık davası sırasında eşlerin barınmasına ilişkin gerekli önlemlerin alınması” yetkisine dayanır. Konutun tapuda üçüncü kişi adına kayıtlı olması, fiilen aile konutu olarak kullanıldığı sürece geçici tahsise engel değildir. Tahsis kararı mülkiyet hakkını ortadan kaldırmaz; yalnızca dava süresince kullanım hakkını düzenler. Bu noktada Anayasa’nın 35. maddesiyle güvence altına alınan mülkiyet hakkı da göz ardı edilmez. Uygulamada hâkim, hem tarafın barınma ihtiyacını hem de malikin mülkiyet hakkını aynı anda koruyacak bir çözüm üretmek zorundadır. Ölçülülük ilkesi de tam olarak burada devreye girer: Müdahale, amacını aşmayacak, gereğinden uzun sürmeyecek ve malik açısından telafisi imkânsız sonuçlar doğurmayacak şekilde sınırlandırılır.
Mahkemeler bu tür talepleri değerlendirirken, tarafların ekonomik imkânlarını, çocukların mevcut yaşam düzenini, eğitim durumunu, hatta konutun fiziki koşullarını dahi dikkate alır. Özellikle çocukların eğitim gördükleri okuldan uzaklaşmaması, sosyal çevresinden kopmaması gibi hususlar, tahsis talebinin kabulünde belirleyici etkenler arasında yer alır. Üçüncü kişi malik ise karara itiraz ederek, kendi haklarını ileri sürebilir; ancak bu itiraz, somut olayın şartları içinde aile konutu niteliği ve tarafların barınma ihtiyacıyla birlikte değerlendirilir.
Dolayısıyla basına yansıyan karar, hukuken mümkün olan ve uygulamada zaman zaman karşılaşılan bir tedbir örneğidir. Tartışmanın asıl odağı ise, mülkiyet hakkı ile barınma hakkı arasındaki sınırın hangi ölçütlerle çizileceği meselesidir. Bu dengenin korunması, hem boşanma davalarının sağlıklı yürütülmesi hem de üçüncü kişilerin mülkiyet hakkının gereksiz yere ihlal edilmemesi açısından kritik önemdedir.