Geçtiğimiz hafta Leman Dergisi'nde yayımlanan bir karikatür, kamuoyunda geniş yankı uyandırdı. Arka planda bombalanmış bir şehir silueti, ön planda selamlaşan iki figür: Musa ve Muhammed. Dergi, bu figürlerin peygamberleri değil, savaş mağduru iki sivili temsil ettiğini savundu. Ancak toplumun büyük bir bölümü, çizimi doğrudan Hz. Muhammed ve Hz. Musa’ya bir gönderme olarak algıladı. Bu durum, hem ifade özgürlüğü hem de dini hassasiyetler açısından hukuki ve etik açıdan çok boyutlu bir tartışmayı gündeme taşıdı.
Hukuken bakıldığında, somut olay Türk Ceza Kanunu'nun 216. maddesi kapsamında değerlendirilmektedir. Bu madde, halkın bir kesiminin benimsediği dini değerlerin alenen aşağılanmasını, kamu barışını bozmaya elverişli ise suç sayar. Suçun oluşabilmesi için yalnızca aleniyet yeterli değildir; failin dini değerleri küçültme, aşağılayıcı bir biçimde kamuoyuna sunma kastının da açık biçimde ispatlanması gerekir.
Ceza hukuku bakımından TCK m.216/3 dar yorumlanması gereken bir suçtur. Yargıtay ve Anayasa Mahkemesi kararları, bu suçun yalnızca doğrudan kastla; yani dini değeri aşağılamak amacıyla işlenebileceğini açıkça ortaya koymaktadır. Bu nedenle suçun oluşumu için, kamuoyunun çizimi nasıl algıladığından ziyade, failin bu algıyı hedefleyip hedeflemediği belirleyicidir.
Leman Dergisi, kamuoyunun geniş bir kesimi tarafından İslam peygamberine doğrudan gönderme olarak algılanan bu çizimin aslında savaş mağduru sivilleri temsil ettiğini açıklamıştır. Ancak bu açıklamanın samimiyeti ve inandırıcılığı ciddi şekilde sorgulanmaktadır. Zira Türkiye gibi dini semboller konusundaki hassasiyetin yüksek olduğu bir toplumda, böyle bir temsiliyetin nasıl yorumlanacağını öngörmemek hukukî değil, sosyolojik gerçekliğe yabancı bir tutumdur. Bu nedenle, yapılan açıklamalar kamuoyu nezdinde suçtan kurtulmaya yönelik bir savunma refleksi olarak görülmekte ve çizimin arkasındaki niyet konusunda ciddi şüpheler uyandırmaktadır.
Çizimin oluşturulma sürecinde, toplumda nasıl algılanacağına dair bir öngörüsüzlük yaşandığı ileri sürülse de, basın-yayın organlarının toplumsal duyarlılıkları dikkate alma sorumluluğu vardır. Nitekim kamusal alanı etkileyen yayınlarda, sadece amaç değil, etkiler de önemlidir. Bu noktada kasıt olmadığını ileri sürmek, yalnızca hukuki değil, ahlaki sorumluluktan da kaçınma riski taşır. İfade özgürlüğü, demokratik bir toplumun temelidir. Ancak ifade özgürlüğü, sınırsız bir hak değildir. Anayasa’nın 26. maddesi ile güvence altına alınmış olsa da, aynı Anayasa’nın 24. maddesi din ve vicdan özgürlüğünü korumakta; bu haklar karşı karşıya geldiğinde hukuk, haklar arasında makul bir denge kurmakla yükümlüdür.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi de ifade özgürlüğünü korurken, nefret söylemine veya dini değerlerin alenen tahkirine yol açan ifadeleri bu korumanın dışında tutmaktadır. Dolayısıyla dini hassasiyeti ve anlamı bu kadar güçlü bir figürün temsili, failin amacından bağımsız olarak dikkatle değerlendirilmelidir. Bu süreç halihazırda yargı mercilerine intikal etmiş durumdadır. Leman Dergisi'nin kamuoyuna yaptığı açıklamalar, yukarıda belirttiğimiz üzere, kamuoyunun genel algısıyla çelişmekte ve ciddi anlamda suçtan kurtulmaya yönelik bir savunma olarak değerlendirilmektedir. Ancak unutulmamalıdır ki, bu tür vakalar yalnızca bireyleri değil, doğrudan toplumsal huzuru ve kamu düzenini etkileyen boyutlara sahiptir. Dini sembollerin ve toplumun hassasiyet gösterdiği değerlerin aleni mecralarda temsilinde daha özenli ve sorumlu davranılması gerektiği açıktır. Nihayetinde yargılama süreci devam etmekte olup, olayın hukuki boyutunun somut deliller ışığında ve tarafsız bir şekilde değerlendirilmesi, toplumsal gerilimin tırmanmaması açısından da büyük önem taşımaktadır. Bu sebeple hukuka ve yargının sağduyulu kararına güvenilmeli; böylesi meselelerde sağduyulu, provoke etmeyen bir yaklaşım benimsenmelidir.
Yorum Ekle
Yorumlar (0)
Sizlere daha iyi hizmet sunabilmek adına sitemizde çerez konumlandırmaktayız. Kişisel verileriniz, KVKK ve GDPR
kapsamında toplanıp işlenir. Sitemizi kullanarak, çerezleri kullanmamızı kabul etmiş olacaksınız.
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.
Av. Merve Güldür
Çizginin Ötesi: Kasıt Nerede Başlar?
Geçtiğimiz hafta Leman Dergisi'nde yayımlanan bir karikatür, kamuoyunda geniş yankı uyandırdı. Arka planda bombalanmış bir şehir silueti, ön planda selamlaşan iki figür: Musa ve Muhammed. Dergi, bu figürlerin peygamberleri değil, savaş mağduru iki sivili temsil ettiğini savundu. Ancak toplumun büyük bir bölümü, çizimi doğrudan Hz. Muhammed ve Hz. Musa’ya bir gönderme olarak algıladı. Bu durum, hem ifade özgürlüğü hem de dini hassasiyetler açısından hukuki ve etik açıdan çok boyutlu bir tartışmayı gündeme taşıdı.
Hukuken bakıldığında, somut olay Türk Ceza Kanunu'nun 216. maddesi kapsamında değerlendirilmektedir. Bu madde, halkın bir kesiminin benimsediği dini değerlerin alenen aşağılanmasını, kamu barışını bozmaya elverişli ise suç sayar. Suçun oluşabilmesi için yalnızca aleniyet yeterli değildir; failin dini değerleri küçültme, aşağılayıcı bir biçimde kamuoyuna sunma kastının da açık biçimde ispatlanması gerekir.
Ceza hukuku bakımından TCK m.216/3 dar yorumlanması gereken bir suçtur. Yargıtay ve Anayasa Mahkemesi kararları, bu suçun yalnızca doğrudan kastla; yani dini değeri aşağılamak amacıyla işlenebileceğini açıkça ortaya koymaktadır. Bu nedenle suçun oluşumu için, kamuoyunun çizimi nasıl algıladığından ziyade, failin bu algıyı hedefleyip hedeflemediği belirleyicidir.
Leman Dergisi, kamuoyunun geniş bir kesimi tarafından İslam peygamberine doğrudan gönderme olarak algılanan bu çizimin aslında savaş mağduru sivilleri temsil ettiğini açıklamıştır. Ancak bu açıklamanın samimiyeti ve inandırıcılığı ciddi şekilde sorgulanmaktadır. Zira Türkiye gibi dini semboller konusundaki hassasiyetin yüksek olduğu bir toplumda, böyle bir temsiliyetin nasıl yorumlanacağını öngörmemek hukukî değil, sosyolojik gerçekliğe yabancı bir tutumdur. Bu nedenle, yapılan açıklamalar kamuoyu nezdinde suçtan kurtulmaya yönelik bir savunma refleksi olarak görülmekte ve çizimin arkasındaki niyet konusunda ciddi şüpheler uyandırmaktadır.
Çizimin oluşturulma sürecinde, toplumda nasıl algılanacağına dair bir öngörüsüzlük yaşandığı ileri sürülse de, basın-yayın organlarının toplumsal duyarlılıkları dikkate alma sorumluluğu vardır. Nitekim kamusal alanı etkileyen yayınlarda, sadece amaç değil, etkiler de önemlidir. Bu noktada kasıt olmadığını ileri sürmek, yalnızca hukuki değil, ahlaki sorumluluktan da kaçınma riski taşır. İfade özgürlüğü, demokratik bir toplumun temelidir. Ancak ifade özgürlüğü, sınırsız bir hak değildir. Anayasa’nın 26. maddesi ile güvence altına alınmış olsa da, aynı Anayasa’nın 24. maddesi din ve vicdan özgürlüğünü korumakta; bu haklar karşı karşıya geldiğinde hukuk, haklar arasında makul bir denge kurmakla yükümlüdür.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi de ifade özgürlüğünü korurken, nefret söylemine veya dini değerlerin alenen tahkirine yol açan ifadeleri bu korumanın dışında tutmaktadır. Dolayısıyla dini hassasiyeti ve anlamı bu kadar güçlü bir figürün temsili, failin amacından bağımsız olarak dikkatle değerlendirilmelidir. Bu süreç halihazırda yargı mercilerine intikal etmiş durumdadır. Leman Dergisi'nin kamuoyuna yaptığı açıklamalar, yukarıda belirttiğimiz üzere, kamuoyunun genel algısıyla çelişmekte ve ciddi anlamda suçtan kurtulmaya yönelik bir savunma olarak değerlendirilmektedir. Ancak unutulmamalıdır ki, bu tür vakalar yalnızca bireyleri değil, doğrudan toplumsal huzuru ve kamu düzenini etkileyen boyutlara sahiptir. Dini sembollerin ve toplumun hassasiyet gösterdiği değerlerin aleni mecralarda temsilinde daha özenli ve sorumlu davranılması gerektiği açıktır. Nihayetinde yargılama süreci devam etmekte olup, olayın hukuki boyutunun somut deliller ışığında ve tarafsız bir şekilde değerlendirilmesi, toplumsal gerilimin tırmanmaması açısından da büyük önem taşımaktadır. Bu sebeple hukuka ve yargının sağduyulu kararına güvenilmeli; böylesi meselelerde sağduyulu, provoke etmeyen bir yaklaşım benimsenmelidir.